Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi, ceza hukukunun en temel ve evrensel ilkelerinden biri olup, adalet sisteminin hem birey hem de toplum açısından adil ve güvenilir şekilde işlemesini sağlayan hukuki bir güvencedir. Bu ilke, en basit anlatımıyla, bir suç nedeniyle yalnızca suçu işleyen kişinin cezalandırılabileceğini ve hiç kimsenin başkasının eyleminden dolayı sorumlu tutulamayacağını ifade eder. Başka bir deyişle, suç bireysel bir eylem olduğu gibi, ceza da sadece o eylemi gerçekleştiren kişiye uygulanır.

Bu ilkenin temelinde, bireysel sorumluluk anlayışı yatar. Hukuk düzeni, her bireyi kendi fiilinden sorumlu tutar; aile üyeleri, yakın çevre veya başka kişiler failin işlediği suçtan dolayı cezalandırılamaz. Bu durum, yalnızca adaletin sağlanması açısından değil, aynı zamanda hukuki güvenlik ve insan haklarının korunması bakımından da son derece önemlidir. Aksi halde kişiler, işlemedikleri bir suçtan dolayı cezalandırılma riskiyle karşı karşıya kalır ve hukuk devleti ilkesi zedelenir.

Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi sadece ceza hukukunun teknik bir kuralı değil, aynı zamanda anayasal düzeyde güvence altına alınmış temel bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. maddesinde “Ceza sorumluluğu şahsidir” ifadesi yer almakta; aynı şekilde Türk Ceza Kanunu’nda ve birçok uluslararası sözleşmede de bu ilke açıkça düzenlenmektedir. Böylece hem ulusal hukuk hem de uluslararası hukuk bakımından bireylerin kişisel sorumluluk sınırları belirlenmiş olur.

Bu makalede, suç ve cezanın şahsiliği ilkesinin anlamını, tarihsel ve anayasal dayanaklarını, uygulamadaki önemini ve Yargıtay kararları ışığında nasıl yorumlandığını detaylı biçimde ele alacağız. Ayrıca, bu ilkenin cezai sorumluluğun sınırlarını nasıl çizdiğini, hangi durumlarda tartışmalı hâle geldiğini ve modern ceza hukukundaki işlevini analiz ederek, özellikle uygulamada sıkça karşılaşılan örneklerle açıklayacağız.

İçindekiler

Cezanın Bireyselliği: Modern Ceza Hukukunun Temel Taşı

Ceza hukuku, tarihsel gelişimi boyunca yalnızca suç işleyenleri cezalandırmayı değil, aynı zamanda cezayı adil ve ölçülü bir şekilde uygulamayı hedeflemiştir. Bu anlayışın en önemli yansımalarından biri de suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. İlkenin özünde, “suç bireysel bir eylemdir ve ceza da bireye özgüdür” düşüncesi yatar. Bu yaklaşım, hukukun keyfi uygulamalara kapalı olmasını sağlar ve cezalandırmanın yalnızca hak eden kişiye yöneltilmesini garanti eder.

Tarihe bakıldığında, eski toplumlarda cezalandırmanın çoğu zaman bireysel olmaktan uzak olduğunu görürüz. Orta Çağ’da ve daha önceki dönemlerde bir kişinin suçundan dolayı ailesinin, hatta köy halkının cezalandırılması olağan bir uygulamaydı. Ancak modern hukuk anlayışıyla birlikte bu uygulamalar terk edilmiş ve ceza hukukunun merkezine “kişisel sorumluluk” ilkesi yerleşmiştir.

Bugün cezanın bireyselliği ilkesi, yalnızca suçlunun haklarının korunmasını değil, aynı zamanda adaletin tarafsız ve ölçülü şekilde işlemesini sağlar. Failin dışında kalan kişilerin suçun sonuçlarından etkilenmemesi, toplumun hukuk sistemine olan güvenini güçlendirir. Bu da ceza hukukunun nihai hedeflerinden biri olan “adaletin tesisi” açısından hayati önem taşır.

Anayasal ve Uluslararası Dayanaklar: Hukuki Güvence Altında Bir İlke

“Ceza sorumluluğu şahsidir” ifadesi, yalnızca bir ceza hukuku prensibi değil, aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. maddesi açıkça bu ilkeyi düzenleyerek, bireylerin işlemedikleri suçlar nedeniyle cezalandırılamayacağına dair güçlü bir güvence sunar. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesi kararlarında da, şahsilik ilkesinin “hukuk devleti” ilkesinin ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanır.

Bu ilke sadece ulusal hukukta değil, uluslararası metinlerde de temel bir norm olarak yer alır:

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m.7: “Hiç kimse, işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”

Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m.15: “Ceza sorumluluğu şahsidir.”

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m.11: “Hiç kimse işlenmemiş bir suç nedeniyle cezalandırılamaz.”

Bu düzenlemeler, devletlerin ceza hukukunu uygularken bireysel sorumluluk ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiğini gösterir. Özellikle AİHM içtihatlarında, bir kişinin yalnızca kendi eylemleri nedeniyle cezalandırılabileceği, aksi durumda adil yargılanma hakkının ihlal edilmiş olacağı sürekli vurgulanır.

📌 Örnek: AİHM’in “Kokkinakis / Yunanistan” kararında, mahkeme şahsilik ilkesini yalnızca cezalandırma boyutunda değil, cezanın infazında da uygulanması gereken bir standart olarak değerlendirmiştir. Yani cezanın kapsamı, süresi ve sonuçları yalnızca faille sınırlı olmalıdır.

Uygulamada Şahsilik: Sınırlar, Tartışmalar ve Yargı Yaklaşımı

Teoride açık ve net olan suç ve cezanın şahsiliği ilkesi, uygulamada zaman zaman tartışmalı hâle gelebilir. Özellikle karmaşık ceza davalarında, fiilin etkilerinin üçüncü kişilere dolaylı olarak yansıması durumunda bu ilkenin sınırları gündeme gelir.

Fiil ile Cezanın Bağlantısı

Şahsilik ilkesine göre ceza, yalnızca suçu işleyen kişiye yöneltilmelidir. Bu, hem cezai sorumluluğun hem de infazın bireysel olması anlamına gelir. Örneğin, bir kişinin işlediği vergi kaçakçılığı suçundan dolayı ailesinin mal varlığına el konulamaz veya şirket ortakları, failin eyleminden dolayı cezalandırılamaz. Ancak suçtan elde edilen malvarlığına el konulması gibi tedbirler istisna oluşturabilir. Bu durumda tedbir, ceza niteliğinde değil, suçtan kaynaklanan kazancı ortadan kaldırmaya yönelik bir önlem olarak değerlendirilir.

Ortak Suçlarda Sorumluluk Ayrımı

Birden fazla kişinin aynı fiile iştirak ettiği durumlarda da şahsilik ilkesi devreye girer. Her sanık, kendi kastı, fiile katkısı ve suçun oluşumundaki rolü çerçevesinde cezalandırılır. Suça katılmayan veya katkısı bulunmayan bir kişinin yalnızca faille yakınlığı nedeniyle ceza alması mümkün değildir. Yargıtay, özellikle örgütlü suçlarda, her sanığın ayrı ayrı fiilinin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan çok sayıda karar vermiştir.

📌 Yargıtay 9. Ceza Dairesi, E.2020/456, K.2021/874:
Sanık, örgüt üyesi olan kardeşine maddi yardımda bulunduğu gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Yargıtay, bu eylemin örgüt üyeliği suçunun icrası kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirterek cezayı bozmuştur. Gerekçe olarak da, “bir kişinin yalnızca akrabalık ilişkisi nedeniyle cezalandırılamayacağı” vurgulanmıştır.

Cezanın Etkilerinde Şahsilik Tartışması

Şahsilik ilkesi cezalandırmada kesin bir sınır çizse de, cezanın sosyal etkileri çoğu zaman bireyin ötesine geçer. Failin hapis cezası alması, ailesinin ekonomik veya psikolojik olarak etkilenmesine neden olabilir. Ancak bu sonuçlar doğrudan cezalandırma amacı taşımadığı için şahsilik ilkesine aykırı sayılmaz. Hukuk sistemi, doğrudan cezalandırmanın yalnızca faille sınırlı olmasını yeterli görür.

İlkenin İstisnaları Var mı? Uygulamada Sınırların Belirlendiği Alanlar

Teoride “suç ve cezanın şahsiliği” ilkesi son derece açık ve mutlak görünse de, uygulamada bazı özel durumlarda tartışma konusu olabilir. Özellikle ceza dışı yaptırımlar, müsadere ve idari sorumluluk gibi konular, bu ilkenin sınırlarını zorlayan örneklerdir. Bu noktada önemli olan, şahsilik ilkesinin ihlal edilip edilmediğini anlamak için cezanın niteliğine ve etkisine dikkat etmektir.

Müsadere Tedbirleri ve Üçüncü Kişiler

Ceza hukukunda bir suçtan elde edilen kazançların veya suçta kullanılan araçların devlet tarafından alınması anlamına gelen “müsadere”, zaman zaman üçüncü kişilerin haklarını da etkileyebilir. Örneğin, bir suçta kullanılan araç başka birine aitse ve araç sahibinin suçu bilmemesi veya engelleme imkânının olmaması hâlinde müsadere uygulanamayabilir. Ancak Yargıtay, bazı kararlarında, suçtan elde edilen kazancın doğrudan suçla bağlantılı olması durumunda, üçüncü kişilerin menfaatlerinin ikinci planda kalabileceğini belirtmiştir.

📌 Yargıtay 7. Ceza Dairesi, E.2021/543, K.2022/982:
Sanığın uyuşturucu ticaretinde kullandığı araç eşinin üzerine kayıtlıydı. Araç sahibinin suçu bildiği ve engelleme imkânı olduğu tespit edilince müsadere kararı verildi. Bu karar, şahsilik ilkesinin cezalandırma bakımından geçerli olduğunu, ancak tedbir niteliğindeki yaptırımların farklı değerlendirilebileceğini göstermektedir.

Şirket ve Tüzel Kişilere Uygulanan İdari Yaptırımlar

Şahsilik ilkesi yalnızca gerçek kişiler açısından mutlak bir şekilde geçerlidir. Tüzel kişiler, yani şirketler ve kurumlar söz konusu olduğunda, ceza sorumluluğunun şahsiliği farklı bir şekilde işler. Türk Ceza Kanunu’na göre tüzel kişilere doğrudan ceza verilemez; ancak güvenlik tedbiri veya faaliyet durdurma gibi yaptırımlar uygulanabilir. Bu durum, ceza değil “koruyucu tedbir” olarak değerlendirildiği için şahsilik ilkesine aykırı sayılmaz.

Aile Bireylerine Dolaylı Etki

Bazı durumlarda cezaların dolaylı etkileri aile bireylerini de olumsuz etkileyebilir. Örneğin, hapis cezası alan bir kişinin aile gelirinin düşmesi ya da sosyal çevresinin etkilenmesi gibi sonuçlar kaçınılmazdır. Ancak bu etkiler doğrudan cezalandırma amacı taşımadığı için şahsilik ilkesinin ihlali sayılmaz.

Yargıtay İçtihatlarıyla Şekillenen Çizgi: Şahsiliğin İnce Sınırları

Yargıtay, suç ve cezanın şahsiliği ilkesine ilişkin kararlarında çoğu zaman çok hassas bir denge gözetir. Bu ilke, sadece suçun işlenmesiyle ilgili değil, cezanın infazı, uygulanma biçimi ve sonuçları açısından da titizlikle korunur. Ancak bazı kararlar, hangi durumların şahsilik ilkesinin kapsamına girip girmediğini anlamak açısından yol göstericidir.

📌 Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2019/118, K.2020/432:
Sanık, kardeşinin suç örgütü faaliyetlerine karışması nedeniyle gözaltına alınmış ve hakkında dava açılmıştı. Mahkeme, örgütle doğrudan bağı olmadığını tespit ederek beraat kararı verdi. Gerekçede, “kişinin yalnızca aile ilişkileri nedeniyle suçla ilişkilendirilemeyeceği” vurgulandı.

📌 Yargıtay 8. Ceza Dairesi, E.2020/1153, K.2021/887:
Bir şirkette yönetici olarak görev yapan kişi, çalışanlarının işlediği suçtan sorumlu tutulmak istendi. Yargıtay, yöneticinin suçun işlenmesinde doğrudan kastı veya ihmali bulunmadığı sürece cezai sorumluluk yüklenemeyeceğini belirterek kararı bozdu. Bu karar, “sorumluluk ancak kişisel fiil ile mümkündür” ilkesinin altını çizer.

📌 Yargıtay 5. Ceza Dairesi, E.2022/312, K.2023/541:
Sanık, başka bir kişinin suçuna yardım ettiği iddiasıyla aynı cezaya çarptırılmıştı. Yargıtay, failin kastı ve fiili katkısı olmadan aynı sorumluluğu paylaşamayacağını belirterek cezayı indirdi. Kararda “yardım etme fiili dahi kişisel sorumluluk sınırları içinde değerlendirilmelidir” ifadesi dikkat çekti.

Bu içtihatlar, şahsilik ilkesinin yalnızca soyut bir hukuk ilkesi olmadığını, her davada somut olayın özelliklerine göre yorumlandığını gösterir. Mahkemeler, sanığın fiille olan doğrudan bağlantısını, kast unsurunu ve eyleme katkısını dikkatle analiz eder.

Savunma Stratejisinde Şahsilik İlkesinin Önemi

“Suç ve cezanın şahsiliği” ilkesi, yalnızca mahkemelerin gözettiği bir norm değil; aynı zamanda etkili bir savunma stratejisinin merkezinde yer alır. Özellikle çok sanıklı davalarda veya örgütlü suçlamalarda, sanık lehine en güçlü argümanlardan biri bu ilkenin ihlal edildiğini ortaya koymaktır.

Fiil ile Sanık Arasında Doğrudan Bağlantı Kurulmalı

Savunmada en kritik adım, sanığın eylemin suçu oluşturup oluşturmadığını ortaya koymaktır. Eğer sanık fiile doğrudan katılmamış, suçun planlanmasına ya da icrasına katkı sunmamışsa, cezalandırılması şahsilik ilkesine aykırı olur. Avukatlar bu noktada delil analizini detaylı yapmalı, sanığın eylemle ilişkisini zayıflatan her türlü unsuru mahkemeye sunmalıdır.

Kast Unsurunun Yokluğu Vurgulanmalı

Ceza hukuku sorumluluğu, failin kast veya taksirle hareket etmesini gerektirir. Suçun oluşumunda sanığın kastı bulunmuyorsa, şahsilik ilkesine dayanılarak beraat talep edilebilir. Özellikle örgütlü suçlarda, yalnızca tanıdık olmak veya aynı ortamda bulunmak cezai sorumluluk doğurmaz.

“Dolaylı Etki” İddialarına Karşı Etkin Savunma

Bazı davalarda savcılık makamı, suçun dolaylı etkilerinden yola çıkarak cezalandırma talep edebilir. Bu durumda savunmanın, şahsilik ilkesini öne çıkararak, bu tür dolaylı etkilerin cezalandırma kapsamında değerlendirilemeyeceğini açıkça ortaya koyması gerekir.

📌 Örnek: Bir şirketin yöneticisi, çalışanlarının yasa dışı faaliyetlerinden habersizse, cezalandırılması mümkün değildir. Savunmada bu durum, şahsilik ilkesi çerçevesinde açıkça vurgulanmalıdır.

Sıkça Sorulan Sorular (SSS)

Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi neden ceza hukukunda bu kadar önemlidir?

Çünkü bu ilke, ceza hukukunun adalet ve hukuki güvenlik ilkelerinin teminatıdır. Eğer kişiler, başkalarının işlediği suçlar nedeniyle cezalandırılabilseydi, hukuk devleti anlayışı ortadan kalkar ve keyfî cezalandırma riski doğardı. Şahsilik ilkesi, sorumluluğun yalnızca suç işleyen kişiye ait olmasını sağlar ve bireyi devletin cezalandırma gücüne karşı korur. Bu sayede hukuk sistemi öngörülebilir ve adil hale gelir.

Bir kişinin işlediği suçtan dolayı ailesi sorumlu tutulabilir mi?

Hayır. Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi gereği, bir kişinin suçundan dolayı ailesi veya yakın çevresi hiçbir şekilde cezalandırılamaz. Örneğin, bir kişi vergi kaçakçılığı yapmışsa, eşi veya çocukları bu suçtan dolayı cezai yaptırıma maruz kalamaz. Ancak malvarlığına el koyma veya müsadere gibi tedbirlerin dolaylı etkileri olabilir; bu da cezalandırma değil, suçtan doğan kazancın ortadan kaldırılması anlamına gelir.

Bir şirkette çalışanların işlediği suçtan dolayı şirket sahibi sorumlu tutulabilir mi?

Kural olarak hayır. Ancak şirket sahibinin suçun işlenmesine bilerek katkı sağladığı, ihmaliyle göz yumduğu veya kasten suça zemin hazırladığı ispatlanırsa, cezai sorumluluğu doğabilir. Aksi hâlde, yalnızca çalışanların eylemleri nedeniyle işveren cezalandırılamaz. Bu durum Yargıtay içtihatlarında sıkça vurgulanmıştır: Suçla bağlantısı olmayan tüzel kişilerin yöneticileri şahsi sorumluluk taşımaz.

Ortak işlenen suçlarda şahsilik ilkesi nasıl işler?

Ortak suçlarda her sanık, kendi fiiline ve kast derecesine göre sorumlu tutulur. Örneğin bir soygunda biri planlayıcı, diğeri gözcü, diğeri silah kullanan kişi olabilir. Hepsi aynı suçtan yargılansa da, cezaları suçtaki rollerine göre farklılık gösterebilir. Bu da şahsilik ilkesinin ortak suçlarda bile bireysel değerlendirme gerektirdiğini gösterir.

Suça yardım eden kişi ile suçun asli faili aynı cezayı alır mı?

Hayır. Suçun asli faili ve yardım eden kişisi farklı derecelerde sorumluluk taşır. Asli fail, fiili doğrudan gerçekleştirdiği için tam ceza ile karşılaşırken, yardım eden kişi daha düşük bir ceza alır. Bu ayrım, şahsilik ilkesinin doğal sonucudur. Yargıtay kararlarında da, yalnızca “yardım eden” kişilerin cezalarında indirime gidilmesi gerektiği sıkça vurgulanır.

Suç işleyen bir kişinin ölümü cezai sorumluluğu sona erdirir mi?

Evet. Cezai sorumluluk yalnızca failin kendisine ait olduğu için, failin ölümü hâlinde dava düşer ve ceza infaz edilmez. Ancak failin ölümü, mağdurun tazminat hakkını ortadan kaldırmaz; bu durumda mirasçılara karşı hukuk davası açılabilir. Ceza davası açısından ise sorumluluk kişisel olduğu için süreç sona erer.

Şirketlere ceza verilemiyorsa nasıl yaptırımlar uygulanır?

Türk Ceza Kanunu’na göre tüzel kişilere doğrudan ceza verilemez. Bunun yerine faaliyet durdurma, lisans iptali veya suçtan elde edilen kazançlara el koyma gibi güvenlik tedbirleri uygulanabilir. Bu tedbirler cezalandırma niteliği taşımadığı için şahsilik ilkesine aykırı sayılmaz. Amaç, suça zemin hazırlayan kurumsal yapının ortadan kaldırılmasıdır.

Bir kişinin akrabası suç işledi diye gözaltına alınması veya sorgulanması şahsilik ilkesine aykırı mıdır?

Evet, bu durum ciddi bir hak ihlali oluşturur. Soruşturma veya kovuşturma yalnızca suçla ilgisi bulunan kişiler hakkında yürütülebilir. Akrabalık, dostluk veya komşuluk gibi ilişkiler tek başına suçla bağlantı kurulması için yeterli değildir. Bu tür işlemler hem şahsilik ilkesine hem de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırı olur.

Suçun infazı sırasında şahsilik ilkesinin ihlali söz konusu olabilir mi?

Teorik olarak ceza sadece failin özgürlüğünü kısıtlamalıdır. Ancak infaz sürecinde bazı dolaylı etkiler kaçınılmazdır. Örneğin, failin cezaevinde olması ailesini ekonomik olarak zor durumda bırakabilir. Bu etkiler doğrudan cezalandırma amacı taşımadığı için şahsilik ilkesine aykırı sayılmaz. Ancak fail dışındaki kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması gibi bir durum olursa bu açık bir ihlal oluşturur.

Savunma stratejisinde şahsilik ilkesinden nasıl yararlanılabilir?

Şahsilik ilkesi savunmada çok güçlü bir hukuki dayanak oluşturur. Özellikle çok sanıklı davalarda veya örgüt suçlarında, sanığın fiille bağlantısının zayıf olduğu, kastının bulunmadığı veya suçun icrasına katkı sunmadığı ispatlanırsa, cezai sorumluluk ortadan kalkabilir. Ayrıca savunma sırasında “suçla doğrudan bağlantı kurulamadığı” vurgusu yapılarak beraat talebi güçlendirilebilir. Bu strateji özellikle örgüt üyeliği, yardım etme veya dolaylı suç isnatlarında oldukça etkilidir.

Sonuç

Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi, modern ceza hukukunun temel taşlarından biri olup, adaletin sağlanmasında ve bireysel hakların korunmasında kritik bir rol oynar. Bu ilke sayesinde kişiler yalnızca kendi fiillerinden sorumlu tutulur ve hiçbir şekilde başkasının eyleminden dolayı cezalandırılamaz. Böylece hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez unsurlarından olan öngörülebilirlik, hukuki güvenlik ve bireysel sorumluluk ilkeleri somut biçimde hayata geçirilir.

Uygulamada, şahsilik ilkesi yalnızca cezalandırma aşamasında değil, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinden infaz aşamasına kadar her adımda kendisini gösterir. Özellikle çok sanıklı davalarda, örgütlü suçlamalarda veya dolaylı bağlantı iddialarında bu ilke, bireylerin haksız yere cezalandırılmasının önüne geçer. Aynı şekilde, aile bireyleri, iş ortakları veya üçüncü kişilerin yalnızca yakınlık ilişkisi nedeniyle cezalandırılması, hukuk devleti açısından kabul edilemez. Bu yönüyle şahsilik ilkesi, yalnızca bireylerin haklarını değil, adalet sisteminin bütünlüğünü de korur.

Bununla birlikte, uygulamada bu ilkenin ihlali riskleri tamamen ortadan kalkmış değildir. Özellikle suçla dolaylı ilişkisi bulunan kişilerin sorumluluğuna gidilmesi veya tüzel kişilere yönelik tedbirlerin cezalandırma gibi uygulanması durumunda tartışmalar ortaya çıkabilir. Bu nedenle her somut olayda fiil, kast ve katkı düzeyinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Hukuki sürecin titizlikle yürütülmemesi, adaletin zedelenmesine yol açabileceği gibi ciddi hak ihlalleri de doğurabilir.

Bu noktada, ceza hukuku ve ceza davaları alanında uzman bir ceza hukuku avukatı ile çalışmak büyük önem taşır. Profesyonel bir hukuki destek, şahsilik ilkesine aykırı olabilecek durumların tespit edilmesini, savunma stratejisinin doğru şekilde kurgulanmasını ve yargılamanın adil bir zeminde yürütülmesini sağlar. Özellikle karmaşık dosyalarda bu ilkeye dayanarak yapılacak savunmalar, davanın seyrini tamamen değiştirebilir.

Bahariye Hukuk olarak, müvekkillerimizin haklarını en etkin şekilde korumak için çalışıyor; suç ve cezanın şahsiliği ilkesinin ihlal edilmemesi adına süreçleri titizlikle yürütüyoruz. Deneyimli İstanbul ceza avukatı ve Kadıköy ceza avukatı kadromuzla, soruşturma aşamasından nihai karara kadar her adımda yanınızda olarak adaletin sağlanması için güçlü bir hukuki temsil sunuyoruz.

📞 Hukuki durumunuzu değerlendirmek ve süreci haklarınızı koruyarak yönetmek için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Hizmetlerimize ve bilgilendirici içeriklerimize ulaşmak için YouTube kanalımızı da ziyaret edebilirsiniz.

📞 Hemen İletişime Geçin

📍 Ofisimiz: Caferağa Mahallesi General Asım Gündüz Caddesi No:102/3 Kadıköy/İSTANBUL
📞 Telefon: 0533 558 68 87
🌐 Web: https://bahariyehukuk.com/
🗺️ Yol tarifi için tıklayın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Retype the CAPTCHA code from the image
Change the CAPTCHA code